Gargat ağacı, ya da yer yer gargaş, gargıç, gargaç diye telaffuz edilen bu tuhaf bitki halk anlatılarında genellikle gölgeyi, koruyuculuğu ama aynı zamanda laneti temsil eder. Anadolu’nun kimi bölgelerinde “gargaç ağacının altında yatanın rüyası doğru çıkar” denir; kimi yerlerdeyse “gargaç altında ağlama, duaların ters döner” diye uyarılır. Bu ikili anlatı zaten başlı başına bir gerilimdir: halk inanışıyla dinî öğreti arasında ince, bazen gergin bir sınır çizgisi.
İslami anlatılarda ağaç, cennet sembolüdür. Kur’an’da Tûbâ ağacı “ebedî saadetin gölgesi” olarak geçer; Zakkum ise cehennemin acı meyvesidir. Yani ağaç, ya rahmetin ya azabın aracısıdır. Halkın “gargaç” dediği ağaçsa, bu iki uç arasında gidip gelir. Kimi köy efsanelerinde şeytanın bu ağacın kovuğunda saklandığı söylenir; bazılarında evliya gelip orada namaz kılmıştır. İkisi de doğrudur; çünkü halk inancında “iyi” ve “kötü” aynı mekânda yaşar. İşte tam burada İslami doktrinle çelişki başlar.
İslamî öğreti tektir: bir şey ya haramdır ya helal, ya hayırdır ya şer. Halk anlatısı ise bulanıktır; ağaç hem uğurludur hem uğursuz. Gargaç bu gri alanın sembolüdür. İnsan, o ağacın gölgesinde dua da eder, beddua da. Dolayısıyla İslam’ın tektanrıcı düzen fikriyle, halkın doğa ruhlarını içselleştiren eski inancı arasında bir “melez alan” yaratır.
Birçok araştırmacı, gargaç motifinin Orta Asya’daki “yer-su” kültünden devralındığını söyler. Türklerin eski inanç sisteminde her ağacın bir “iye”si yani koruyucu ruhu vardı. İslam geldikten sonra bu iyerler “cin” veya “melek” olarak yeniden adlandırıldı. Fakat özde değişmeyen şey, ağacın canlı olduğuna dair sezgiydi. İşte halk, bunu gargar üzerinden taşımayı sürdürdü. Kur’an’daki soyut Allah fikriyle, halkın somut doğa tanrısı algısı burada çatışır.
Yani çelişki sadece teolojik değil, kültüreldir de: İslam, gökyüzüne bakan bir din; halk inanışı toprağa kök salmıştır. Gargat ağacı tam da bu çelişkinin köküdür. Ne tamamen kutsal, ne tamamen lanetli… tıpkı insanın kendisi gibi.
Bu yüzden gargar altında ağlayanların hikâyeleri, İslam’ın değil; insanın çelişkisini anlatır: inançla korku, umutla günah, gökyüzüyle toprak arasına sıkışmış kadim bir bilincin yankısıdır.
YAHUDİLERE YÖNELİK BAKIŞ
Bu anlatı aslında çok ilginç bir biçimde İslamî eskatoloji (yani kıyamet sonrası olaylar) ile halk folklorunun birleştiği bir noktaya işaret eder, ama aynı zamanda da oldukça tartışmalı ve çelişkilerle dolu bir örnektir.
Şimdi şu meşhur rivayete bakalım: bazı hadis kaynaklarında (özellikle Sahih-i Müslim, Buhârî ve Tirmizî’de benzer versiyonları bulunan) bir kıyamet sahnesi anlatılır. Buna göre, “Kıyamet gününde taşlar ve ağaçlar dile gelecek; ‘Ey Müslüman, arkamda bir Yahudi var, gel ve onu öldür’ diyecek; ancak gargat ağacı bunu söylemeyecek, çünkü o Yahudilerin ağacıdır.
Yani bahsedilen gargat ağacı aslında Arapça’daki gargat (bazı bölgelerde gargaç’a dönüşmüş) ifadesinden geliyor. Arapça gharkad kelimesi, çölde yetişen, dikenli bir çalı türünü anlatır. Halk arasında bu botanik ayrım kaybolur; gargat zamanla hem kutsal, hem uğursuz bir ağaca dönüşür. Ama hikâyenin kökeni bir hadis rivayetine dayanıyor.
Şimdi çelişkiye gelelim:
İslamî açıdan bu hadis, genellikle Yahudi düşmanlığı değil, hak-batıl mücadelesinin sembolik bir ifadesi olarak yorumlanır. Fakat halk anlatısı bu sembolizmi kaybeder; literal (yani kelime anlamıyla) alır. Böylece gargat ağacı, artık teolojik bir simge olmaktan çıkar, doğrudan Yahudilerin saklanacağı lanetli ağaç hâline gelir. Bu noktada dinî metinle halk anlatısı arasında hem anlam hem de ahlakî boyut açısından ciddi bir kopuş yaşanır.
İslam’ın erken döneminde bu hadisin sembolik yönü daha belirgindir: ağaç, doğanın adalet karşısında bile tarafsız olamayacağını, “hakikatin yanında yer alacağını” temsil eder. Halk ise bunu doğrudan fiziksel bir ağaç, bir “hainlik sembolü” olarak algılar.
Bir başka ironi de şu: Yahudi geleneğinde de ağaç kutsaldır. “Ets ha-Hayim” (Hayat Ağacı), Tevrat’ın bir metaforudur. Yani hem İslam hem Yahudilik, ağacı ilahi bilgeliğin bir sembolü olarak görür. Ama halk yorumunda bu semboller birbirine düşman edilir. Aynı ağacın iki dinde iki zıt anlama bürünmesi, hem teolojik çatışmayı hem de ortak kökten gelen sembollerin politikleştirilmesini gösterir.
Başka bir deyişle:
İslami kaynakta gargat, sembolik olarak hakkı saklamayan doğa unsurudur.
Halk yorumunda gargat, Yahudinin saklandığı hain ağaçtır.
Bu dönüşüm, sadece metin yorumu değil, tarihsel bir psikolojiyi de anlatır. Çünkü her toplum, kendi travmalarını doğaya yazar. Gargat ağacının hikâyesi, bu topraklarda dinî hafızanın nasıl “düşman” imgesiyle harmanlandığını gösterir.
TÜRK MİTOLOJİSİNDEKİ KORUYUCU VE GİZLEYEN AĞAÇ MOTİFLERİ
Şimdi ipi biraz geriye, Orta Asya’nın sisli bozkırlarına saralım. Gargat ağacının İslamî kaynaklarda Yahudilerin saklandığı dikenli bir çalı olarak geçmesi, Anadolu’ya geldiğinde çok farklı bir ruh giyer. Çünkü Türklerin bilinçaltında ağaç, sadece bitki değildir; yaşayan bir varlık, bir iye’dir, yani ruh sahibi koruyucu.
İslam öncesi Türk mitolojisinde ağaç genellikle iki işlev görür: koruyan ve saklayan. Korur çünkü kutsaldır; saklar çünkü doğa ruhlarının evidir. Altay mitlerinde “dünyanın ortasındaki ağaç”, gökyüzüyle yeri birbirine bağlayan eksendir. Şamanlar o ağacın dallarına tırmanarak ruhlar âlemine geçer. Fakat aynı ağaç, bazen kötü ruhları da barındırır. Bu yüzden kimse onun kovuğuna elini sürmez, gölgesinde yalan söylemez.
İşte tam bu ikili doğa koruyan ama tehlikeli gargat anlatısının Türk halk bilincine yerleşmesini kolaylaştırır.
Arap hadisinde geçen gargat çalısı, Anadolu’ya ulaştığında halkın zihnindeki bu kadim gizleyen ama canlı ağaç arketipiyle çakışır. Böylece dini metindeki Yahudileri saklayan ağaç fikri, halkın mitolojik hafızasındaki ruhları saklayan ağaçla birleşir. Sonuç: ortaya yarı-İslami, yarı-şamanik bir anlatı çıkar.
Anadolu’nun bazı bölgelerinde bu ağacın altına mezar yapılmaz, çünkü cinlerin ağacıdır. Fakat aynı köyün başka bir yamacında yaşlılar o ağacın dibinde adak adar, bez bağlar. Bu, tam anlamıyla senkretik (yani birbirine karışmış) bir inançtır. Dışarıdan İslamî görünür ama özünde eski Türk doğa kültünün devamıdır.
Şimdi çelişkiyi daha net görelim:
Hadis metni gargat ağacını Yahudilerin sığınağı olarak resmeder. Yani kötülüğü gizleyen bir varlık.
Türk halk inancıysa aynı ağacı iyeyi gizleyen, yani doğanın ruhunu koruyan olarak görür.
İkisinin ortak yanı gizlemek, ayrıldığı nokta ise neyi gizlediğidir.
Arap metninde düşmanı; Türk mitinde sırrı.
İslamî bakışta bu ağacın sessizliği suçtur; halk inanışında ise hikmettir.
İşte bu çelişki Anadolu kültüründe çok derin bir iz bırakır. Gargaç ağacının adı duyulduğunda bir taraf korkar (cin vardır, dokunma), bir taraf saygı duyar (dua et, dileğin gerçekleşir). Aynı nesneye iki zıt anlam yüklemek, tam da halkın İslam’ı kendi ruhuna göre yoğurmasının göstergesidir.
Bu nedenle; gargat ağacının arkasına saklanacak Yahudiler anlatısı, aslında Türk-İslam halk inancında bir düşmanın doğada gizlenmesi değil, sırların doğada korunması biçimine dönüşür. Bu, halkın bilinçdışı bir direnişidir: dogmanın soğuk diline karşı mitin sıcak diliyle cevap vermek.
İlginçtir, benzer bir ikilik Japon Şintoizminde de vardır: bazı ağaçlara kami (tanrısal varlık) yerleşir. O ağaç kutsal ama tehlikelidir. Kimse kesmez, ama yanına da fazla yaklaşmaz. Anadolu’nun gargat ağacı ile Japonya’nın kami no ki’si arasında on bin kilometreye rağmen neredeyse aynı bilinç refleksi vardır.
BEKTAŞİ, ALEVİ VE BALKAN HALK KÜLTÜRLERİNDE KORYUCU EREN
Bektaşi ve Alevî geleneğine geldiğimizde gargat artık bir lanet ağacı değil, tam tersine koruyucu eşik hâline gelir. Halk arasında ağaç erenleri ya da ağaçlı yatırlar diye anılan yerlerin bir kısmı, aslında bu eski gargat kültünün İslamlaşmış biçimleridir. Dışarıdan bakınca o ağaç bir kavak, dut veya meşe gibi görünür; ama anlatının derininde ruhu saklayan bir varlık olarak gargat motifi yaşar.
Bektaşi menkıbelerinde sık rastlanan bir sahne vardır:
Bir derviş çölde veya dağ başında bir ağacın altına sığınır. O ağacın kovuğunda bir yılan ya da kurt vardır ama derviş zarar görmez, çünkü ağaçla derviş birbirini tanır. Bu, eski Türk ağaç-ruh inancının Bektaşilik içindeki devamıdır. Ağaç, hakikati gizleyen ama aynı zamanda ona tanıklık eden bir varlık olarak görünür. Bu tanıklık fikri, hadislerdeki gargat ağacı motifinin ters yüz edilmiş hâlidir: İslamî anlatıda ağaç gizleyerek kötülüğe ortak olur; Alevî-Bektaşi yorumuysa gizleyerek hakikati korur.
Balkanlar’da bu sembol neredeyse tamamen insanileşir. Bosna, Makedonya, Arnavutluk gibi bölgelerde gargat ağacı hikâyeleri Eren Ağacı, Gizli Dede Ağacı, Gölge Baba adlarıyla anlatılır. Oralarda ağaç artık şeytanı değil, evliyayı saklar. Gölgesinde oturan, sırrını paylaşan; kimseye zarar vermez. Hatta bazı köylerde ağaç altına yalan söyleme sözü hâlâ vardır çünkü o ağaç dinler.
Yani hadislerdeki Yahudiyi saklayan ağaç, halkın bilinçaltında Hak erenini saklayan ağaca dönüşmüştür. Aynı motif, bambaşka bir ahlaki evrime uğrar.
Bu dönüşümün felsefi tarafı da önemli: Bektaşilik’te hakikat doğrudan dile gelmez; örtülü sözle aktarılır. Bu, batınî (içsel) bir bilgidir. Gargat ağacının konuşmaması tam da bu geleneğe uygundur. Çünkü hakikat, her zaman konuşarak değil, susarak korunur. Dolayısıyla İslam’ın literal (kelimesel) yorumu ile Bektaşi geleneğinin batınî (içsel) yorumu arasında bir köprü kurar.
Yani özetle:
-Arap anlatısında gargat Yahudileri gizleyip konuşmayan ağaçtır, sembolik olarak kötülüğü saklar.
-Türk halk bilincinde gargat sırrı koruyan ağaçtır, doğanın bilge sessizliğini temsil eder.
Bektaşi yorumunda ise ağaç Hakikat’i saklayan bir canlıdır. Tanrı’yla insan arasındaki sessiz tanık.
Bu yüzden Balkan köylerinde hâlâ bazı türbelerin yanında devasa ağaçlar dikilir. İnsanlar o ağaca çaput bağlarken aslında dilek değil, tanıklık bırakır. Ben geldim, şahit ol dercesine. Gargat burada yeniden kutsanmıştır.
Lanetin yerini sır; düşmanın yerini ermiş almıştır.
İlginçtir, benzer bir bilinç dönüşümünü 13. yüzyılda Yunus Emre de sezmiştir. Bir ağaç idim, ben dahi yeşerince dost oldum derken, o da insanın doğayla aynı ruhtan geldiğini söyler. Gargat ağacı burada bir lanet değil, Tanrı’yla insan arasındaki ortak özün simgesidir.
Hıristiyanlık ve Yahudilik katmanına geçtiğimizde gargat ağacı artık doğrudan isim olarak görünmez, ama aynı sembolik damar şaşırtıcı biçimde yaşamaya devam eder. Her iki gelenekte de ağaç, hem ilahi bilgelik hem de günahın mekânı olarak çelişkili bir roldedir. İşte o ikilik, gargat motifinin halk hafızasında neden bu kadar dirençli kaldığını açıklar.
Yahudi geleneğiyle devam edelim.
Tevrat’ta Ets ha-Da’at Tov va-Ra yani İyiliği ve Kötülüğü Bilme Ağacı aslında insanın bilince geçişini temsil eder. Adem ve Havva o ağaçtan yediklerinde cennetten kovulurlar, ama aynı anda bilinci kazanırlar. Yani Tanrı’yla aralarına mesafe girer ama farkındalık doğar. Bu yüzden Yahudi mistisizminde (özellikle Kabalada) ağaç hem lanet hem lütuftur. Ets ha-Hayim (Hayat Ağacı) ise bilgelik ağacıdır; Tanrı’nın yaratılıştaki enerjilerinin, yani sefirotların gövdesidir. Bu ağacın kökleri yeryüzüne, dalları Tanrı’ya uzanır.
Dikkat ederseniz, bu anlatı Orta Asya’daki Dünya Ağacı motifiyle neredeyse aynıdır. Yani Yahudilik’teki bilgelik ağacı, Türk mitolojisindeki gök ile yer arasındaki bağ fikrinin semavi bir versiyonudur.
Ama ilginç olan şu: İslamî rivayetlerde gargat ağacı Yahudilerin saklandığı varlık olarak geçerken, Yahudi geleneğinde ağaç bizzat Tanrı bilgeliğinin sembolüdür. Yani biri saklayan (gizleyen), diğeri açığa çıkaran (bilgiyi veren). Bu tam anlamıyla tersine çevrilmiş bir teolojidir. İslamî halk anlatısı Yahudi sembolünü lanetli bir maskeyle yeniden yazmıştır.
Hıristiyanlıkta da durum benzer ama daha dramatiktir. Ağaç artık bilginin değil, kurtuluşun aracıdır. Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği haç, metinlerde ağaç olarak anılır. Pavlus, Galatyalılar Mektubu’nda açıkça: “Mesih bizim için lanet oldu, çünkü ağaç üzerine asılan lanetlidir’’ denmiştir. Yani ağaç hem lanetin hem kurtuluşun aracıdır.
Bu çift anlamlılık lanet ile rahmetin birleştiği o eksen halkın gargat algısına çok benzer. Anadolu’da da gargat ağacına hem korkuyla yaklaşılır hem dua edilir. Hıristiyan teolojisinde haçın laneti kurtuluşa çevirmesi, halk inancında gargat ağacının lanetli iken eren ağacına dönüşmesiyle aynı sembolik yapıya sahiptir.
Bu yüzden tarihsel olarak baktığımızda gargat, İslam halk inancında yalnızca Yahudilerle ilgili bir hadisin uzantısı değildir; çok daha eski, çok daha köklü bir evrensel arketipin Anadolu’daki son halkasıdır.
Her dinde bir ağaç vardır:
Yahudilikte bilgelik,
Hıristiyanlıkta kurtuluş,
İslam’da sınav ve sır,
Türk mitinde ruh ve kök.
Bu kadar farklı teolojilerde aynı simgenin yaşaması, insan zihninin doğaya duyduğu arkaik saygıyı gösterir. Ağaç, insanın hem doğaya hem Tanrı’ya yönelen bilinç halinin en eski aynasıdır.
Bu aynada her kültür kendi suretini görür:
Yahudi onu Tanrı’nın bilgeliği,
Hıristiyan kurtuluşun haçı,
Müslüman ise sınavın ağacı yapar.
Türk halkı ise hepsini birden içine alır; gargat ağacını hem sır hem sığınak haline getirir.
Sonuçta gargat anlatısı, teolojik bir lanetin değil, insanlığın ortak bilinçaltının hikâyesidir. Her çağ kendi korkusunu o ağacın gövdesine kazımış; her halk, kendi Tanrısıyla arasındaki mesafeyi o gölgenin altına gizlemiştir.
Kısacası, gargat ağacının kökleri dinde değil, insanın Tanrı karşısındaki yalnızlığında yatar.
Orhan ERGEZER
(*) Kaynakça / Dipnotlar
1. Sahih-i Müslim, “Kitab el-Fiten”, hadis no: 2922.
Rivayet edilen hadiste “taş ve ağaçların dile gelmesi” anlatılır. Gargat ağacı Yahudilerin sığındığı ağaç olarak geçer. Bu metin, gargaç ağacının İslamî kökenini oluşturur.
2. Sahih-i Buhari, “Kitab el-Cihad”, hadis no: 2925.
Benzer bir kıyamet sahnesi aktarılır; burada da gargat ağacı Yahudilerin “saklanacağı ama dile gelmeyecek” ağaçtır.
3. Taberî, Tarih el-Ümem ve’l-Mülûk, cilt II.
Hadisin tarihî bağlamı açıklanır; sembolik anlamın “hak-batıl mücadelesi” olduğu, literal (kelimesel) anlamda değil, mecazî biçimde yorumlanması gerektiği vurgulanır.
4. İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, cilt XIII.
Kıyamet hadislerinin yorumlarında gargat ağacının “dünyanın zulme tanıklığı” simgesi olduğu belirtilir.
5. Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi (2 Cilt), Türk Tarih Kurumu, 1971.
Orta Asya’da “ağaç-ruh”, “yer-su iye” ve “dünya ağacı” kavramlarını açıklar. Türklerin doğa kültündeki ağaçların ruh taşıdığı inancı, gargaç sembolünün halk belleğinde nasıl yaşadığını anlamak açısından temel kaynaktır.
6. Mircea Eliade, Şamanizm: Arkaik Tekniklerin Tarihi, 1951.
Ağaç kültünün şamanik toplumlardaki merkezi konumunu anlatır. Eliade’ye göre “ağaç gövdesi, gökyüzüyle yer arasındaki eksendir”; bu anlayış, Türklerin “koruyucu ağaç” motifine zemin oluşturur.
7. İrene Melikoff, Uyur İdik Uyardılar: Alevîlik-Bektaşîlik Araştırmaları, Cem Yay., 1993.
Bektaşi menkıbelerinde “ağaç”ın hem sır hem koruyucu olarak yer aldığına dikkat çeker. Gargaç ağacının “eren ağacı”na dönüşümünü anlamak için temel referanstır.
8. Yunus Emre Divanı, beyit no: 327 (“Bir ağaç idim ben dahi…”).
Ağaç motifinin insanın Tanrı ile birliğini simgeleyen tasavvufî dönüşümünü yansıtır.
9. Zohar (Kabalistik metin), Sefirot ha-Etz ha-Hayim.
Hayat Ağacı öğretisinin köken metni. Tanrı’nın ilahi tezahürlerinin ağaç yapısında kurgulanması, Yahudi teolojisinde ağacın bilgelik ve yaratılış sembolü olduğunu gösterir.
10. Tevrat, Yaratılış Kitabı (Bereşit) 2:9 ve 3:22.
İyiliği ve Kötülüğü Bilme Ağacı anlatısının kaynağı. Bilgi ile günahın aynı anda kazanılmasının sembolü.
11. Galatyalılar’a Mektup 3:13.
Pavlus’un İsa’nın çarmıhını “ağaç” olarak nitelemesi. Lanet ve kurtuluşun aynı sembolde birleşmesi- Hıristiyanlığın gargaç benzeri ikiliği.
12. Joseph Campbell, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu, Princeton Univ. Press, 1949.
Evrensel mitolojik sembollerin kültürler arası dönüşümünü inceler. Ağaç motifinin “ölüm ve yeniden doğuş” arketipi olarak her kültürde bulunmasını açıklar.
13. Pertev Naili Boratav, 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı, Gerçek Yay., 1973.
Anadolu’da “ağaç altı yatırları”, “bez bağlama”, “dilek ağacı” gibi halk uygulamalarının eski inançların İslamî kılıfa bürünmüş hâli olduğunu gösterir.
14. Ali Şeriati, İnsanın Dört Zindanı, 1965.
Ağaç sembolünü insanın doğa, tarih ve kaderle ilişkisini anlatan bir varoluş metaforu olarak ele alır. Bu felsefi yorum, halk inancının metafizik derinliğine ışık tutar.
15. Mahmud al-Kashgari, Divanü Lugati’t-Türk, 11. yy.
“Yir” (yer) ve “yaş” (ağaç, canlı) kelimeleri arasındaki kök bağ, Türklerin doğayı canlı bir varlık olarak algıladığını gösterir. Gargaç motifinin dilsel kökenine dair ipuçları sunar.
Yorum Yazın