Batı medyası, İslamcı terör kavramını öyle bir şekilde pazarlıyor ki, sanki şiddet sadece bir dine aitmiş gibi. Her patlama, her saldırı, her propaganda operasyonu büyük harflerle manşetlerde yer alıyor. Ama Hıristiyan veya Yahudi kökenli terör örgütleri söz konusu olduğunda… sessizlik. Radikal unsurlar, izole saldırılar hatta psikolojik sorunlar etiketiyle geçiştiriliyor. Bu iki yüzlülük, yalnızca bir etik çarpıklık değil; aynı zamanda psikolojik harp alanında zayıf olduğumuzun en açık göstergesi.
Tarih buna işaret ediyor. 1970’lerde ABD’deki Ku Klux Klan (KKK) ve White Knights gibi aşırı sağcı Hıristiyan gruplar, siyah topluluklara ve sivil hak aktivistlerine karşı onlarca cinayet, bombalama ve kundaklama eylemi gerçekleştirdi. Örneğin 16 Eylül 1963’te Alabama’da 4 siyah çocuğun ölümüne yol açan Birmingham Baptist Church bombalaması, açık bir terör eylemiydi. Ancak medya ve hukuk sistemi, bu eylemleri çoğunlukla ırkçı şiddet veya aşırı sağ saldırılar diye geçiştirdi; terör kelimesi nadiren kullanıldı.
Benzer biçimde İsrail’deki radikal Yahudi milisler, özellikle 1970–1980’lerde Filistin topraklarında sivillere yönelik saldırılar düzenledi. En bilinen örneklerden biri, 1974’te Ma’alot kasabasında gerçekleştirilen okul rehinesi olayıdır. Bu saldırılar Batı medyasında çoğunlukla çatışma veya misilleme çerçevesinde sunuldu. Yani ideoloji ve eylem açısından İslamcı örgütlerden farkları yoktu; sadece kurbanın dini ve failin Batı ile yakınlığı algıyı değiştirdi.
Bu çifte standardın psikolojik etkisi derin. Toplumun bilinçaltına, İslam = terör, Batı = güvenlik ve hakikatin kaynağı mesajı işlendi. Bu mesaj, yalnızca önyargıları beslemekle kalmadı, aynı zamanda toplumsal korku ve öfkeyi manipüle ederek siyasi ve askeri kararları da etkiledi. Bizler, psikolojik harp alanında bu manipülasyona karşı savunmasız kaldık. Algımız yönlendirildi, dikkatimiz saptırıldı. Görünmez terörü göremedik çünkü ona bakmamız öğretilmedi.
Oysa bu durum günümüzde de devam ediyor. ABD ve Batı Avrupa’da aşırı sağcı milisler, cami saldırıları, Yahudi ve Müslüman mezarlıklarına yönelik kundaklamalar gibi eylemler gerçekleştiriyor; ancak çoğu zaman toplumsal şiddet veya aşırı sağ tehdidi kategorisine sıkıştırılıyor. Medya bu eylemleri dramatize etmiyor, politik yansıması hafif kalıyor.
Terör, dini veya etnik kimlikten bağımsız bir şiddet aracıdır. Psikolojik harp, şiddetin medyada nasıl sunulduğu, hangi kelimelerle tanımlandığıyla doğrudan ilgilidir. Batı, bunu yıllardır ustaca kullanıyor; bizse hâlâ reaksiyonel, hâlâ reflekslere dayalı bir tepki veriyoruz. Oysa gerçek güç, görünmez olanı görünür kılabilmekte ve zihinleri manipüle eden dilin tuzaklarını açığa çıkarmakta yatar.
Çözüm, medyanın çifte standardına karşı bilinçlenmekle başlar. İslamcı terör kadar, Hıristiyan ve Yahudi kökenli radikal şiddeti de terör olarak tanıyabilmek; böylece manipülasyonun farkına varmak, psikolojik harpte geri düşmemek demektir. Eğer bunu başaramazsak, sadece önyargılarımızla değil, bilinçaltımızla da savaşı kaybetmiş oluruz.
Yorum Yazın