Aile toplumun yapı taşıdır, temelidir. Aileyi bir vücudun hücrelerine benzetebiliriz, ne kadar sağlıklıysa ve gelişip çoğalıyorsa o kadar hayat idame eder. Devletler kendi geleceğinin teminatı olduğu için aile müessesesine azami önemi gösterip her türlü desteği sunarlar.
Küresel bir yönetim inşa etmek isteyenlerin bir hedefi de aile müessesesini yerle bir etmektir. İdare edebileceği, yalnızlaştırılmış insan modeli oluşturmanın dışında nüfusun azalmasını da istemektedirler. Bunun için her türlü yolu denemekte ve maneviyatı da hedef alarak ahlaki çöküntü ile aile kurumunu zedelemektedirler. Bunu evliliklerin sayısını azaltmak şeklinde gördüğümüz gibi boşanmaların artması şeklinde de görmekteyiz. Her iki durumda da aile kavramı ortadan kaldırılmaktadır. Bu uğurda hiç düşünmeden LGBTİ+’nın bile normalleşmesi ve bunun sonucunda yayılmasını da desteklemektedirler. Hatta bu sapkınlığın envaiçeşidini destekledikleri için her biri için bu kısaltmaya bir harf eklenirken en son başa dahi çıkamayarak + koymuşlardır. Eşcinselliğin ve cinsiyet değiştirme ameliyatlarının artması tesadüfi değildir. Cinsiyetsiz bir toplum oluşturmaya çalışmakta ve bunu algı yönetimleri ile herkesin kabul edebileceği mücadelelerin ve kavramların arkasına gizlemektedirler. Ülkemizde de “Toplumsal cinsiyet eşitliği” kavramı ile uzun süre iktidarın da öncülüğünde birçok olumsuz ve geri dönülemez icraatların gerçekleşmesine sebep olmuşlardır.
Türkiye 2025 senesini “Aile Yılı” olarak ilan etti. Cumhurbaşkanımız bu ilanı yaptığı programdaki konuşmasında aileyi milletimizin geleceği açısından bir beka meselesi olarak görüldüğünü ifade etti. Aile Bakanlığına bağlı yeni iki kurum olan Aile Enstitüsü ve Nüfus Politikaları Kurulunun ihdas edildiğini duyurdu. Verdiği istatistiki bilgiler ise ülkemizin geleceği açısından tedirgin ediciydi. Konuşmanın ilgili bölümündeki veriler şu şekildeydi:
"2001 yılında toplam doğurganlık hızımız 2,38 iken, bugün bu rakam 1,51'e düşmüştür. Nüfusun yenilenme düzeyinin 2,1 olduğu dikkate alındığında, durumun vahameti daha iyi anlaşılacaktır. Yıllık nüfus artış hızımız ise 2022 yılında binde 7 iken, 2023'te binde1,1'e gerilemiştir. Çocuk ve genç nüfusumuz azalırken, yaşlı nüfusumuz tarihimizde ilk defa yüzde 10'un üzerine çıkmış, ortalama yaşımız da 34 sınırına dayanmıştır. Tüm bunlarla birlikte evlenme yaşı önemli ölçüde yükselmiş, boşanma oranları ise aynı nispette artmıştır. Evlenme hızı 2023'te binde 6,63 olarak gerçekleşti. 1000 nüfus başına düşen boşanma sayısını ifade eden 'kaba boşanma hızı' ise 2,01'e çıktı. Boşanmaların yüzde 33,4'ünün evliliğin ilk 5 yılı içinde, yüzde 21,7'sinin ise evliliğin 6 ila 10'uncu yılları arasında meydana geldiği göze çarpıyor. Ülkemizde ilk evlenme yaşının kadınlar için 26'ya, erkekler için ise 28'e yükseldiğini görüyoruz. İlk anne olma yaşı, geçmişte görülmemiş biçimde, 29'u aşmış vaziyette.”
Ocak ayının başında ilan edilen “2025 Aile Yılı”ndan sonra Mayıs ayında Cumhurbaşkanımız 2026-2035 dönemini “Aile ve Nüfus 10 Yılı” ilan etti. Bu programdaki konuşmasında da "Türkiye'nin doğurganlık hızı, tarihimizde ilk kez 1,48'e gerilemiş durumda. Bu bir felaket. Bu rakam, kritik eşik olan 2,1'in çok altında bir seviyedir” diye ifade etti.
Ocak 2025 ve Mayıs 2025’deki iki konuşmasını karşılaştırdığımızda Ocak ayında doğurganlık hızının 1,51 olduğunu ifade ederken Mayıs ayında 1,48 olduğunu ifade etmiştir. Yani 5 ayda bile doğurganlık hızı 0,03 düşmüştür.
Yine verilerden görmekteyiz ki AKP iktidarı zamanında “felaket” diye nitelendirilen bu seviyelere düşmüşüz. AKP iktidara gelmeden 2001 yılında doğurganlık hızı olarak nüfusun yenilenme düzeyi olan 2,1 oranının üstünde 2,38 oranına sahipmişiz.
Ailenin güçlendirilmesi için 3 çocuk hedefi de evlenen çiftlere nerede ise bir görev tanımı olarak verilmektedir. İçinde bulunduğumuz duruma baktığımızda değil 3 çocuk yapmak gençlerimizin evlenmek dahi istemediğini görüyoruz. Evlenmek isteyenler de önündeki ekonomik zorluklar sebebi ile bu düşünceden silkinip bekâr olarak yaşamaya devam ediyor. Bir şekilde evlenmiş olanlar da 1 çocuk yapıp daha fazlasını ekonomik olarak kaldıramayacaklarını ifade ediyorlar.
Bizim “aile”ye verdiğimiz değerin ölçüsünü belirlemede sıkıntımız var. Ailenin güçlenmesi denilince hep doğurganlık ve çocuk sayısı ile bağdaştırılıyor. Hatta Sağlık Bakanımız çıkıp “Eğer çocuğunuz yoksa aile olamıyorsunuz, sadece karı koca oluyorsunuz” diyebiliyor.
Aileyi güçlendirmek istiyorsak önce toplumsal sevginin, saygının tesis edilmesi ile işe başlamalıyız. Akabinde ekonomik ve ahlaki seviyenin yükselmesini sağlamalıyız. Bu temelleri attığımızda insanlar evlenmek de isteyecektir ve dilediği kadar çocuk da yapacaktır, ayrıca çocuk yapmak istemediklerinde de toplum yine onları “aile” olarak kabul edip kararlarına saygı duyacaktır.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanımızın göreve gelmesinin üzerinden iki sene geçti. Cumhurbaşkanımızın da her konuşmasında vurguladığı üzere aile müessesemizin durumu ortada. Avrupa’da doğup büyüyen ve tüm hayatı Avrupa’da geçen Bakanımızın Türkiye’ye adapte olmasını beklerken ailelerimizin ve çocuklarımızın durumu her geçen gün kötüye gidiyor. Nerede ise AKP’nin eski dönemdeki Aile Bakanlarını bile arar olduk. Ayrıca bu dönemde kadın STK’lar da fiilen bitti, STK yöneticileri Külliyedeki programlarda alkışlama için davet edilen kişiler oldular. Bu makamlar liyakat isteyen ve görevi bihakkın yerine getiremediğinde vebali taşımamak adına görevden alınmayı beklemeden ayrılmayı gerektiren makamlardır. Aile Bakanımızın da bu duruşu sergilemesini bekliyoruz.
Yorum Yazın