Toplum olarak sessizce ama hızla bir yere sürükleniyoruz.
Adını koymak zor ama etkisini her gün yaşıyoruz.
Kaybolmaya yüz tutan Türk kültürü, zayıflayan aile bağları, 'modernlik' adı altında meşrulaştırılan aşırılıklar ve giderek silinen insani duygular…
Bugün artık sadece bireysel sorunlardan değil, toplumsal bir çözülmeden söz ediyoruz.
Aile, bir zamanlar değerlerin ilk öğretildiği yerdi. Saygı, merhamet, empati ve sorumluluk duygusu önce evde öğrenilirdi. Oysa bugün aynı çatı altında yaşayan ama birbirine temas etmeyen bireylerden oluşan bir yapı hâkim. Sofralar sessiz, sohbetler yok, gözler ekranlarda. Çocuklarımızı yetiştiren artık anne-baba değil; sosyal medya, sokak dili ve denetimsiz içerikler.
Ve geldiğimiz noktada artık şu cümleyi kurmak zorunda kalıyoruz:
Annesini babasını öldüren evlatlardan söz eder hâle geldik.
Bu sadece bir adli vaka değildir; bu, kaybolan vicdanların, çöken değerlerin ve ihmal edilmiş bir toplumun aynasıdır. Bir evladın can aldığı yerde yalnızca bir aile değil, toplumsal ahlak da ölür.
Modernlik ise yanlış anlaşılıyor.
Modern olmak; ölçüsüzlük, saygısızlık ya da sınır tanımazlık değildir. Ama biz özgürlüğü, sorumsuzlukla karıştırır hâle geldik. Büyük küçüğe tahammül edemiyor, küçük büyüğü umursamıyor. Değerler eski diye küçümseniyor, yozlaşma çağdaşlık sanılıyor.
Bu çürümenin en acı yüzlerinden biri de zorbalık.
Kendi aralarında zorbalığa maruz kalan öğrenciler yetmezmiş gibi, kimi zaman “yetişkin” diye emanet ettiğimiz, rol model olması gereken öğretmenlerin bile öğrencilerine psikolojik baskı ve zorbalık uyguladığına tanık oluyoruz. Elbette istisnalar kaideyi bozmaz; hâlâ mesleğini onuruyla yapan, önünde saygıyla eğildiğimiz öğretmenlerimiz var. Ancak sorun tam da burada: İstisnalar çoğaldıkça, yanlışlar görünmez kılınıyor.
Zorbalık sadece bağırmak ya da vurmak değildir.
Aşağılamak, yok saymak, küçük düşürmek, korkutmak da şiddettir. Ve bu şiddet, çocukların ruhunda derin izler bırakır. Sessiz kalınan her zorbalık, geleceğe bırakılan bir travmadır.
Toplumda bozulan ahlaki değerler; ağır yaşam koşulları, ekonomik baskılar, gelecek kaygısı ve psikolojik yıpranmışlıkla birleşince öfke, agresyon ve şiddet eğilimi artıyor. Bu bir tesadüf değil; birbirini besleyen olaylar zinciri.
Peki ne yapmalı?
Artık 'bireysel farkındalık' demek yetmiyor.
Bu mesele, toplumsal bir seferberlik gerektiriyor.
İnsanlarımızı eğitici, yönlendirici, farkındalık yaratıcı yayınlara ihtiyacımız var. Her yaş grubuna hitap eden, empatiyi, saygıyı ve vicdanı yeniden hatırlatan kamu spotları, belgeseller, içerikler acilen hazırlanmalı. Okullarda sadece akademik başarı değil, insan olma bilinci öğretilmeli. Ailelere destek verilmeli, öğretmenler denetlenmeli, zorbalık görmezden gelinmemeli.
Çünkü bugün kaybettiklerimiz, yarın telafi edemeyeceklerimizdir.
Bakın, geleceğimizin mirasçıları olan evlatlarımızı, neslimizi kaybediyoruz.
Bu bir abartı değil.
Bu bir uyarı değil.
Bu, ACİL KODLU BİR ÇAĞRIDIR..






















Yorum Yazın