On sekiz gün süren Avrupa turu gezi izlenimlerime kaldığımız yerden, İtalya-Pisa’dan devam ediyorum.
Pisa Kulesi 1100’lü yıllarda yapılan Katedralin çan kulesi olarak tasarlanmış. Sekiz halkadan oluşan çan kulesi yapılırken, dördüncü halkadan itibaren güneye doğru yavaşça eğildiğini görmüşler.
Nehir deltası üzerine kurulan Toscana’nın tüm toprağı kırmızı ve yumuşak olduğu için üzerindeki kuleler sabit durmuyor ve Pisa da yıkılmaya mahkum. Bir önlem olarak Pisa’nın yattığı yerdeki sütunları daha uzun, diğer tarafları daha kısa yapmışlar fakat eğilmenin öününe geçememişler. Sonunda bir yöntem bulunmuş. Eğilmenin ters tarafına 900 ton ağırlığında kurşun asıp kule sabitlenmiş ve eğilen kısmın temelini kazmaya başlamışlar. Fakat eğilme halen durmuş değil. Kule her yıl 7cm. eğilmekte. Yılda on milyon turist bu kuleyi ziyarete geliyor.
Benzer bir durumu yurt içi gezimde Elazığ-Harput’daki Ulu Cami’nin minaresinde de gördüm. Minaresi tıpkı Pisa kulesi gibi eğikti. Yukarı doğru gittikçe daralan gövdesi olan minare kimilerine göre bilinçli olarak eğri yapılmış, kimilerine göre de bir deprem sonrasında bu eğik görünümünü almış. Ama bildiğim bir şey varsa o da bizim ülkemizde de tıpkı Pisa Kulesi gibi eğik bir minare olduğunu pek kimse bilmiyor. Çünkü ülkemizi yeterince tanıtamıyoruz ve sahip çıkamıyoruz. Gelen turistleri de bir şekilde kaçırıyoruz. Ben kendi öğrencilerime de her zaman şunu söylüyorum. "Önce kendi ülkemizi karış karış gezin. Ondan sonra dünyayı gezmeye başlayın." Çünkü keşfetmeye ve öğrenmeye önce kendi ülkemizden başlamamız gerek.
Diğer gün San Gimignano ve Siena’yı gezdik. Sienadaki Piezza del Campo dünyanın en güzel meydanlarından biri olarak biliniyor. Yarım daire şeklindeki bu meydan Gotik tarzda yapılmış ve Sienanın kalbinde yer alır. Her iki şehir de Ortaçağdan kalma yapıları ile gerçekten keşfedilmeye değer.
Aslında bir sonraki rotamız dünyanın ve İtalya’nın en güzel pizzalarının yapıldığı Napoli idi. Fakat gurup liderimiz ve rehberimiz Tıpkı Kapadokya-Peribacalarına benzer yapıların olduğu Puglia-Arbellobelo’ya gitmemiz konusunda bizi ikna etti.
Bu kasabada Trulli adlı konik çatılı beyaz evlerin bulunmakta ve 1996’dan bu yana UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alıyor. 1500 adet arı kovanını andıran bu yapıların yapımında kireçtaşı kullanılmış.
Yazımın sonunda Portekiz-Lizbon’dan bahsetmek isterim. Lizbon dünyada İstanbul’a benzeyen tek şehir. Tıpkı İstanbul gibi şehrin ortasından deniz geçiyor ve Şehitler Köprüsü'nde olduğu gibi bir köprünün üzerinden geçiyorsunuz. İstanbul’daki gibi cadde ortasından geçmekte olan kırmızı değil ama sarı bir tramvay var.
Portekiz’den bahsedince Porto’yu anlatmadan geçemeyeceğim. Gezginler Porto’ya nehrin karşı kıyısındaki şaraphanelerin ve nehrin oluşturduğu eşsiz manzarayı seyretmeye geliyorlar. Porto son yıllarda yeni keşfedilmeye başlanmış ve gezginlerin vazgeçilmez bir uğrak yeri olmuş.
Avrupa gezi izlenimlerimi yazdığım bu yazı dizisine burada nokta koymak istiyorum. Bir sonraki durağımız İspanya olacak. Yeni yazılarda buluşmak üzere değerli okurlarım.
Yorum Yazın