Ankara
DOLAR23.6526
EURO25.5468
ALTIN1495.0
Prof. Dr. Sabri EYİGÜN

Prof. Dr. Sabri EYİGÜN

Mail: [email protected]

"Belki öleceğim ama savaşarak öleceğim"

Günümüzün tüketim toplumu, birçok insanı değerimizi, duygumuzu, güzel hasletimizi tüketim uğruna zayi etti. Bunun için insanoğlunun zaaflarını, ilgi ve merakını, dünya sevgisini, hayat aşkını, sağlık ve mutluluk isteğini  kullandı ve kullanmaya da devam ediyor. Bunların birisi de ‘hayata olumlu bakmak’, ‘olumlu düşünmek’, ‘hastalık ve musibetlerde ümidini yitirmemek’ olan kültürel sermayemizi suiistimal etmesidir. 

Öncelikle şunun altını çizeyim, her zaman ve koşulda olumlu düşünmek esastır, istenilen bir şeydir ve herkese de tavsiye edilir. Ama kapitalizm, bunu da tüketime çevirdi; kişisel gelişim, motivasyon vb. başlıkları altından satmaya başladı. Bu çerçevede en ağır hastalara,  geri dönüşümü imkânsız engellere, belirli konularda sınırlı yetenek ve kabiliyet olanlara, her şeyin mümkün olduğunu telkin etti. “Sen iste, bak nasıl oluyor, düşünce gücünle güzel şeyleri kendine çekebilirsin vb” gibi telkinlerle insanlara imkânsızı ümit elbisesi içinde pazarlamaya başladı.

Örneğin "belki öleceğim ama savaşarak öleceğim". Bu sözler, geçen yıl medyada, özellikle de sosyal medyada çok sık gündeme gelen ağır kanser hastası bir hanım kızımıza aittir. Bu genç hanım kızımızın hayata olan bağlılığını medya da, doktoru da hastanesi de kendi lehlerine kullandı. Kanserin dördüncü ve son evresinde bulunan kızımıza sürekli yapılan telkinlerle, kızcağız son günlerine kadar savaşarak hastalığı yeneceğine inandı.  “Öğrendiği günden itibaren kanserle sonuna kadar savaşmaya karar verdi.” “Gelecek güzel gelecek, sağlığımız gelecek, dökülen  saçlarımız gelecek, yeter ki inanalım” “inanır, uğrunda savaşır ve pes etmezsen kanser seni yenemez”, diyerek sürekli bir savaş içinde oldu ve yeneceğini ümit etti.
Ama ne oldu? Hala çaresi tam olarak bulunmayan ve üstelik dördüncü evreye ulaşan kanseri isterse  yenebileceği söylenen hanım kız, rahmete gitti. Oysa kızcağız savaşmak yerine, ümitle sabrını bulunduğu ana verseydi, durumunu kabullenseydi ve hastalığın azim mükafatını düşünseydi belki de kalan ömrünü  daha huzurlu geçirecekti. Belki o huzur, ona ve hastalığına daha iyi gelecekti.

Oysa ki yüksek sağlık beklentisi ile hem kendisini ve yakın çevresini hem de ona ümit bağlayan on binlerce kanser hastasını büyük bir  hayal kırıklığına uğrattı. 
Herkes, hastalığın veya yaşadığı sorunun derecesi ne olursa onu bertaraf etmek için elinden gelenin en iyisini yapmalıdır. Ama başvurulması gerekenleri yerine getirdikten sonra da başa geleni kabullenmeyi, tevekkül ve sabır göstermeyi de bilmelidir. 

Bu durum, sadece ağır hastalıklar için değil, başta evlilik sorunları olmak üzere hayatta karşılaşılan tüm sorunlar için geçerlidir. Çünkü aslında her şeyin bizim isteğimiz doğrultusunda gitmediği, ne yaparsak yapalım bazı gerçekleri değiştiremeyeceğimizi hepimiz hayatımızda  yakından biliyoruz.  Ama yine de bazen feleğin çarklarını tersine çevirmek için tevekkül ve sabır yerine, savaşmayı ve inatla istemeyi de sürdürmekteyiz.

Veya mizaç ve karakterimizden, genetiğimizden, içinde bulunduğumuz atmosferin etkisinden bazen canımız sıkılabiliyor, kendimizi yalnız, huzursuz ve boşlukta hissedebiliyoruz. Tüketim endüstrisi buna da karşı çıkıp, çareler öneriyor. “Mutluluk senin de hakkın, bırak hüznü, yalnızlığı, hiçbir şeyi düşünme, alış-veriş yap, sinemaya git vb” gibi telkinlerle kişinin hüznünü, yasını, yalnızlığı yaşamasına izin vermiyor. Buna inana kişiler de sürekli bir uğraş içine girip, mutlu olmanın savaşını veriyor. Ama sonuç yine hüsran oluyor.
Kişinin kendisini ve duygularını kabul edip, içinde bulunduğu ruh halinin de insani olduğunu düşünmesi ona daha büyük bir huzur verebilir, onu daha da olgunlaştırır.  Sıkıntıların kişileri olgunlaştırdığına şahit olmayanımız var mı? Bakın çevrenize, acıyı yaşayanların olgunluğuna, hayat tecrübesine, olayları sükûnetle karşılamasına, sakin ruh hallerine, küçük acı ve sıkıntıları takmayışlarına ne demek istediğimi anlarsınız.

Ayrıca, kişinin olumlu bakması gereken olay ve olgular olduğu gibi, eleştirel bakması gerekenler de vardır. Örneğin şu anda bir savaş var.  Masum insanların maruz kaldığı sıkıntılara ve zulme üzülmemek elde mi? İnsanın bu durumda üzülmesi de, rahatsız olması da gayet doğaldır. Hatta  aşırıya kaçmadan gerçekleri kabullenmesi onu daha da rahatlatır.
Kapitalizmin tüketim kültürünün insanoğlunun fıtratına ters gelen bu telkin ve pazarlamasına karşı, şimdi batılı psikologlar Doğu felsefesinden esinlenerek “kabul ve farkındalık” adı altında bir terapi geliştirmişler.

Bu terapi; bizim kadım kültürümüzde var olan “kadre iman”, “sabır ve tevekkül etme”, “her şeyin güzel tarafını görme” ve “kendisi ile barışık olma” gibi değerlerimize karşılık geliyor. 
Artık fabrika ayarlarına geri mi dönmenin zamanı geldi ve geçiyor bile…

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar
turk sanayi